Ne yani şimdi Dünyamız Güneş’in çevresinde bir tam devir dönüşünü gerçekleştirmiş mi oluyor? 365 gün, 52 hafta, dört mevsim…
Ben ellili yaşlarımı yaşıyorum ya…
Tekerlek tümseği aşmış, aşağı doğru meyletmeye başlamış ya…
Zaman daha da hızlı mı geçiyor ne?
İnsan bu yaşlarda izafiyet teorisini yeniden keşfediyor.
Ne kadar da hızlı akıyor değil mi?
Dolaşıp dolaşıp geliyor yeni yıllar, dolaşıp dolaşıp geliyorlar.
Aaaaa ne de çabuk bitti 2022 yılı. Daha dün milenyumu kutlamamış mıydık?
Yıllar mı geçmiş yılların üstünden?
2009, 2010…
Buyurun işte, 2011…2023
Ben küçükken siyah beyaz TRT ekranlarında “Uzay 1999” adlı bir dizi vardı.
1999’da insanoğlu Ay’da koloniler kurmuş, orada yaşıyor, gezegenler arası seyahatler yapılabiliyordu.
Şöyle bir hesap yapardım o zamanlar:
Şimdi şu yaştayım, 1999 yılında, eğer yaşıyor olursam, 34 yaşında olacağım, 2000 yılında 35.
2000’i geçmişim, hem de 22 yıl geçmişim.
Şimdi 2023’ün başında durmuşum.
İşte 50’lerin ortalarındayım ne olacaksa olsun!
Kimse bana yeni yılda kendini nasıl hissediyorsun diye sormasın.
Yaşlı hissediyorum, yaşlı.
Sütten kesilmiş çocuk gibi.
Biraz üzgün, biraz süzgün.
Bazen ağlayacak gibi oluyorum.
Yeni bir yılın gelmesi artık beni mutlu etmiyor.
Hızlı hızlı giden yolcu gibi hissediyorum.
Her geçen yıl beni hızla eskitiyor.
Saçlarım dökülüyor, dökülmeyenler beyazlıyor.
Alnımda kırışıklıklar arttı.
Daha sık doktora gidiyorum.
Daha çok sağlığına dikkat et temennileri alıyorum.
Yaşlılığa doğru akıp giden bir sürecin içindeyim işte.
Aman kalbine dikkat et.
Sağlık ihmale gelmez.
Erken teşhis hayat kurtarır.
Biliyoruz, tamam, bu kadar da üstüme gelmeyin.
Kaç yaşındasın sen?
25.
Şimdi senin yaşında olmak için her şeyimi verirdim!
“Hayat sen ne çabuk harcadın” beni şarkısını mı söylemeliyim?Teknolojideki ilerlemeler küçümsenebilecek şeyler değil ama bakıyorum da öyle insanoğlu ayda koloniler kurmuş, gezegenler arası seyahatler de başlamış değil.
Üzülüyor muyum?
Hayır!
Teknoloji geliştikçe insanlık geriliyor, buna üzülüyorum.
Başka?
Bir de “yıllar geçiyor” diye sevinen, zamanın değerini bilmeyenleri gördükçe üzülüyorum.
“Seni böyle görmek istemezdim yar
Saçların kar beyazı yüzün solgun
Seneler doldurmuş gamzelerini
Ama gözlerine dokunmamış yar.”
Ayrıca, ihtiyarlık da öyle kolay zanaat değil.
Bir romanda 100 yaşını aşmış bir kişi duygularını şöyle dile getiriyordu:
“Yapabildiğim tek spor bu: Çay karıştırmak. Hayatın en zor kısmı ilk 100 yıldır. Artık kimseleri gömmek istemiyorum. Mezarlıklara dolu gidip boş dönmekten yıldım. Düğününe gittiğim herkesin cenazesine de gittim. Dün mama isteyenler, şimdi börtü böceğe ziyafet oldu. Tamam, ölenle ölünmüyor. Lakin yaşayanla da yaşanılmıyor. Geçmişte kalan her şey kısa sürmüştür demektir. Mazideki kederleri hatırlamanın sağlayacağı koruma, unutmanın getireceği huzurun yanında bir hiçtir. Lakin aklın forsu hafızaya sökmez. 100 sene nasıl mı geçti? Size şu kadarını söyleyeyim, 1 saniye ile 1 asır arasındaki fark abartılıyor. Ve… mazide kalan her şey kısa sürmüş demektir. İnsan ancak uzay yolculuğundan sonra böyle buruşabilir. 105 yaşındaki adam ile doktorun birbirine söyleyebileceği fazla bir şey yoktur. Sakın yaşlanmaya kalkmayın. Hiçbir eğlencesi yok. Kulaklarım tencere kapağı kadar oldu, burnum kepçeleşti. Ağlamak için, ellerime bakmam yeterli. Göz pınarlarım kupkuru. Nasıl ki dişsiz gülüyorsam, yaş dökmeden ağlıyorum. Mezarcılar, beni görünce küreğe sarılıyorlar. Yağmurdan sonra mezarlık, ölüler parfüm sürmüş gibi kokuyor. Yaygın kanaatin aksine, öldükten sonra saçlar ve tırnaklar uzamaya devam etmez. Fakat telefonlar bir müddet daha çalar: Zırrrrrrr! Bizim bir ayağımız çukurda ya, artık ağırlığımızı çukurdaki ayağımıza vermemiz gerek. İhtiyarlar, gençlere ölümü hatırlatır. Gençler de ihtiyarlara. (Murat Menteş’in Ruhi Mücerret adlı romanından alıntı…)
***
Bu fıkrayı yeniden anlatmamın tam zamanı…
Çağdaş Mısır Firavun’u Hüsnü Mübarek çevresindekilerden birisine sorar:
– Söyler misin ben mi büyüğüm yoksa Nasır mı büyük?
– Elbette siz büyüksünüz.
– Neden?
– Çünkü Nasır İsrail’den korkardı, siz korkmuyorsunuz.
– Peki söyle bakalım Enver Sedat mı büyük yoksa ben mi büyüğüm?
– Elbette siz büyüksünüz
– Neden?
– Çünkü Enver Sedat Müslüman Kardeşler Örgütü’nden korkardı siz korkmuyorsunuz?
Çağdaş Firavun bu cevaplarla iyice kabarır ve haddini aşarak su soruyu da sorar:
– Söyle bakalım ben mi büyüğüm yoksa Ömer mi (Hz. Ömer) büyük.
– Elbette siz büyüksünüz.
– Neden?
– Çünkü Ömer(Hz) Allah’tan korkardı, siz Allah’tan korkmuyorsunuz?
Bir diktatörü, çağdaş bir Firavun’u en iyi ifade edecek anlatım biçimi bu olsa gerek.
Diktatör Allah’tan korkmaz. Onun için de çok büyük zulümlere imza atar.
Keser, biçer, doğrar. Çünkü kendisinde bir tür rablık vehmeder.
Kendisi dışındaki herkes onun için vardır ve hiç de önemli değildir. Önemli olan kendi durumu, konumudur.
***
Şili’de diktatör Pinochet bir gün kılık değiştirip sinemaya gitmiş. Salonda yerine oturmuş.Kimse onu tanımamış. Derken ışıklar sönmüş, film başlamış. Filmin bir sahnesinde Pinochet’nin görüntüsü gelmiş perdeye. Sinemadaki bütün seyirciler, ayağa kalkıp alkışlamaya ve Pinochet lehinde tezahürata başlamış. Pinochet, durumdan gayet memnun yayıldıkça yayılmış. Keyfi yerinde, gururla perdeye bakıyormuş.
Yan tarafındaki adam eğilerek Pinochet’nin kulağına şunları söylemiş:
– Arkadaşım, salon sivil polis dolu. Bu şerefsiz için kendini astırmaya değmez. Ayağa kalk ve sen de alkışla.