© Petros Karadjias/Copyright 2023 The AP. All rights reserved
4 Nisan 1949’da, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) başkenti Washington D.C.’de imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 10. maddesinde, Avrupa’dan bir devletin NATO’ya dahil edilebileceğine hükmediliyor. Fakat bazı şartlar dahilinde:
“Taraflar, bu Antlaşma’nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu Antlaşma’ya katılmaya oy birliği ile davet edebilirler.”
Bu maddede bir ülkenin NATO’ya ‘katkı yapabilecek durumda’ olması kriter olarak sunulurken, ‘oy birliği’ ifadesi ile ittifaka üye olan 32 ülkeye ‘veto’ hakkı tanınıyor.
Sınır sorunları olan, bunu barışçıl yollarla çözemeyecek durumdaki ülkeler, NATO’nun 5. maddesi uyarınca ittifakı olası bir savaşın içine çekeceğinden, birliğe üye ülkeler genişleme sürecinde daha temkinli politikalar güdüyor.
Örneğin, Rusya ile 2008’de yaşadığı savaş ve Abhazya-Osetya sorunları nedeniyle Gürcistan’ın NATO üyeliğinde ilerleme kaydedilmedi.
Yine Şubat 2022’de Rusya’nın geniş çaplı işgalinin ardından Ukrayna’nın NATO’ya dahil olma talebi, birliği aktif bir çatışmaya çekeceği ihtimaline karşılık rafa kaldırıldı.
NATO’nun eski genel sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmesinin ‘kaçınılmaz’ olduğunu, fakat “savaş sona erene kadar bunun gerçekleşmeyeceğini” söylemişti.
Peki, Güney Kıbrıs’ın üyeliğinin önünde ne gibi engeller var?
Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, perşembe günü yaptığı açıklamada, Güney Kıbrıs’ın silahlı kuvvetlerinin ABD desteğiyle askeri ittifakın standartlarına getirilmesi için gerekli eğitim ve teçhizatı aldıktan sonra NATO üyeliğine başvurabileceğini belirtti.
“Ulusal Muhafızların bu tür fırsatları kaybetmesini istemiyoruz” diyen Cumhurbaşkanı, Güney Kıbrıs’ın bu konuda ABD ile görüşmelerde bulunduğunu da sözlerine ekledi. “Her şey yerli yerine oturduğunda Kıbrıs Cumhuriyeti, NATO üyesi bir devlet olabilir.”
Fakat kendilerini 1960’taki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olarak gören Rum tarafı, Ada’nın tamamına hakim değil.
Güney Kıbrıs’ın, NATO’nun ilkelerini ihlal edecek şekilde sınır güvenliği, toprak bütünlüğü ve egemenlik sorunları var. Çözümün muhatabı ise, 1952’den bu yana ittifakın bir üyesi olan Türkiye.
Arka plan
Türkiye’de “Kıbrıs Barış Harekâtı,” Yunanistan’da “Kıbrıs Türk İstilası” olarak bilinen ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Atilla Harekâtı” koduyla düzenlediği askeri operasyon, 20 Temmuz 1974’te, o dönemki CHP – Milli Selamet Partisi (MSP) koalisyonunun kurduğu 37’nci hükümette Başbakan olarak görev yapan Bülent Ecevit’in emriyle gerçekleşti.
Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Konseyi’nin (Council of Europe – CoE) “işgal” olarak tanımladığı harekâta gerekçe olarak Ankara, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın taraf olduğu Zürih ve Londra Antlaşmasını gösteriyordu.
“Garanti Antlaşması” olarak da bilinen metinde, Rum ve Türk toplumlarının birbirlerine baskı kuramayacağı, bu gibi durumlarda garantör devletlerin engellemede bulunabileceği belirtiliyor.
15 Temmuz 1974’te, Yunanistan’ın desteğiyle yapılan Kıbrıs Darbesi’nden hemen sonra harekâtın ilk ayağı, 14 Ağustos’ta da ikinci ayağı düzenlendi. Silahlar sustuğunda Lefkoşa’nın kuzeyi dahil adanın yüzde 37’si Türklerin kontrolündeydi.
Harekat sona erdiğinde Türk tarafının kaybı 3.841, Rum ve Yunan tarafınınki de 16.000 dolaylarındaydı. Bu süreçte 270 sivilin öldüğü, 803’ünün kaybolduğu ve 1.000’in üzerinde insanın yaralandığı biliniyor.
Türk ve Rum toplumları arasındaki gerginliğin bir sonucu olan Kıbrıs Harekatı nedeniyle 140.000 ila 200.000 Rum, 42.000 ila 65.000 Türk zorunlu olarak adada yer değiştirdi.
‘Onay vermek, işgali kabul etmek demek’
Euronews Türkçe’ye konuşan emekli Tümamiral Cihat Yaycı, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’ın olası NATO üyeliğine onay vermesi durumunda işgalci durumuna düşebileceğini belirtti.
“Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olduğunu iddia ederek herhangi bir organizasyona girmesi, hele hele Türkiye’nin bulunduğu bir organizasyonda yer almasının Ankara tarafından kabul edilmesi mümkün değildir. Onay verilmesi halinde, Kıbrıs’taki politikalarda bindiğimiz dalı kesmiş oluruz. Eğer onay verilirse, ‘işgalci’ konumuna düşmüş oluruz. Yani ‘NATO üyesi bir devletin topraklarını işgal ettik’ demekten farksız.”
Adadaki sorun çözülmediği sürece Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliğinin Türkiye dışında ittifakın kriterlerine aykırı olacağını vurgulayan Yaycı, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü:
“Güney Kıbrıs bu girişimlere başlamadan önce Ada’da iki devlet olduğunu kabul etmeli. Buna destek veren ülkelerin de aynı anlayışta olmaları gerekir. Yoksa mevcut durumda NATO’ya girmeleri söz konusu olamaz. Bu iş, Türkiye’ye de kalmaz. Neden? Türkiye’den önce NATO’nun şartlarına uygun değil bir kere. Eğer, ‘Ben Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamıyım’ diyorlarsa, bir kere ‘toprak sorunu’ olduğunu kabul ediyorlar. NATO, bir aday ülkedeki ‘toprak, sınır, egemenlik’ sorunlarını önemli bir kriter olarak değerlendirmektedir.”
Öte yandan, Türkiye’nin toprak sorunu yaşamadığı bir ülkenin siyasi gerekçelerle NATO üyeliğine ambargo koyduğu örnekler de mevcut.
İsveç ve Finlandiya, 2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından güvenlik kaygıları nedeniyle NATO üyeliğine başvurdu. Bu adım, Soğuk Savaş döneminde tarafsız kalan bu iki ülkenin güvenlik politikalarında önemli bir değişimi temsil ediyordu.
Türkiye, özellikle Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Gülen yapılanması gibi gruplara “verdikleri destek” veya bu örgütlerle ilgili “yeterli mücadele edilmemesi” gerekçesiyle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıktı. Her iki ülkenin de Gülen yapılanması ve PKK’ya yakın gruplara ev sahipliği yaptığına dair iddialarda bulunuldu.
Özellikle İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’ye bazı silah ambargoları uyguladığı belirtilmiş ve bu durumun NATO müttefikliği ile bağdaşmadığı savunuldu. Özellikle 2019’da Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları sırasında bazı NATO ülkeleri, Türkiye’ye silah satışını kısıtlamıştı.
Taraflar arasındaki görüşmeler sonucunda görüşmeler sonucunda, üç ülke arasında Madrid Mutabakatı imzalandı.
Buna göre İsveç ve Finlandiya, PKK’yı terör örgütü olarak tanımayı kabul edip bu örgütün faaliyetlerine karşı daha sert bir tutum alacaklarını, Türkiye’ye yönelik silah ambargolarını kaldırma ve daha şeffaf bir ihracat politikası benimseme sözü ve Türkiye’nin talep ettiği bazı teröristlerin iade edilmesi konusunda daha somut adımlar atacaklarını belirttiler.
Sonrasında ilk olarak Finlandiya, (4 Nisan 2023), bunu takiben İsveç (7 Mart 2024) ittifakın şemsiyesi altına girdi.
28 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kurulan PKK, Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Türkiye ve pek çok başka devlet tarafından terör örgütü kabul ediliyor.
Gülen yapılanması, 1999 yılından öldüğü 20 Ekim 2024 tarihine kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yaşamış olan Fetullah Gülen tarafından kuruldu ve Türkiye’de “Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY)” olarak tanımlanıyor.
Çözüm
Türk tarafının olası bir çözümden beklentileri Kıbrıs Türk toplumunun, Kıbrıs Rum kesimiyle eşit haklara sahip bir taraf olarak tanınması ve Türkiye’nin, Garanti Antlaşması’ndan kaynaklanan haklarının sürdürülmesi ve Türk askerlerinin adada kalmaya devam etmesi.
Mevcut bölünmenin kalıcı hale getirilmesi ve an itibariyle sadece Türkiye ile diplomatik ilişkileri bulunan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bağımsız bir devlet olarak tanınması fikri, Ankara tarafından giderek daha fazla benimseniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 21 Temmuz 2021’de yaptığı bir açıklamada, “Artık Kıbrıs Türklerinin uluslararası görüşmelerde masadaki tek talebi, egemen devlet statülerinin tanınmasıdır. Bunun dışındaki tüm teklifler geçerliliğini yitirmiştir” demişti.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ise, 15 Kasım Cuma günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 41. yılı vesilesiyle Lefkoşa’da yaptığı bir açıklamada, “federal bir çözüm modelinin söz konusu olmadığının” altını çizmiş, “bağımsızlık” vurgusunda bulunmuştu.
Kuzey Kıbrıs, 15 Kasım 1983’te, Birleşmiş Milletler Şartı’nda yer aldığı şekliyle, ‘kendi kaderini tayin etme hakkına’ dayanarak bağımsızlığını ilan etti. Sadece Türkiye’nin tanıdığı bu kararın uluslararası toplumda bir karşılığı bulunmuyor.
Rum tarafı ise, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ada üzerinde yeniden egemen olmasını, Türk askerlerinin Ada’dan çekilmesini, Kıbrıs Türk yönetiminin, azınlık haklarıyla sınırlı bir statüde varlığını sürdürmesini talep ediyorlar. Federasyon veya üniter devlet modellerine sıcak baksalar da Türk askerlerinin adadaki varlığına kesin olarak karşı çıkıyorlar.
Tarafların olası bir çözüme en yakın oldukları an, eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırladığı ve adını verdiği plandı.
2004 yılında müzakereye sunulan Annan Planı, adada iki toplumlu, iki bölgeli bir federasyon kurulmasını öngörüyordu.
Plana göre ada, iki kurucu devletten oluşan bir “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”adı altında federatif bir yapıya kavuşacak, Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum tarafları kendi bölgelerinde geniş özerkliklere sahip olacak, merkezi hükümet, federal düzeyde sınırlı yetkilerle donatılacaktı.
Yine Kıbrıs Türk tarafı, kontrol ettiği toprakların bir kısmını Kıbrıs Rum tarafına devredecekti. Bu düzenlemelerle birlikte Türk tarafının kontrol ettiği alan, Ada’nın yüzde 36’sından yüzde 29.2’sine düşecekti. Bu sayede Rum göçmenlerin bazı bölgelere dönmesinin önü açılacaktı.
Ancak plan, Kıbrıslı Rumlar tarafından referandumda reddedildiği için hayata geçirilemedi.