MHP bu kritik “şah” hamlesiyle “yeni Ortadoğu’da Batı’yla uyumlu hareket etmek için her türlü çabayı göstereceğini” ortaya koyarken Erdoğan tereddütlü bir hal içerisinde. “Eski müesses nizamı” oluşturan kesimler Batı nezdinde kredibilitelerini artırarak kendilerini “ortalık karışmadan hemen önce” avantajlı bir konuma yükselten bir hamle yaptılar.
MHP lideri Bahçeli’nin herkesi şaşkınlığa düşürerek Öcalan’ı Meclis’te konuşma yapmaya davet etmesi, Batıyla ilişkilerde yeni bir sayfa açmak için ne denli istekli ve kararlı olduklarını gösteren açık bir işaretti.
Benzer şekilde, PKK’nın hemen ertesi günü Ankara’daki TUSAŞ tesislerine karşı tertiplediği terör saldırısı örgütün İran ve Rusya’yla olan ilişkilerinin ne denli güçlü olduğunu, bu ilişkiyi tehlikeye atma gibi bir niyetinin hiç bulunmadığını gösteren açık bir işaretti.
PKK bugüne kadar sahada ABD, İran ve Rusya ile ittifak halinde hareket edebilme lüksüne sahipti: ABD ile YPG üzerinden Suriye’de müttefik iken, sınırın hemen öteki tarafından, Irak’ta Sincar’da YPŞ üzerinden İran’la müttefiklik ilişkileri bulunuyor. Bu, Erdoğan Türkiyesinin izlediği önünü görmekten aciz, beceriksiz politikaların doğrudan bir neticesi. PKK haliyle bu vaziyetten gayet memnun ve böyle devam etmesini çıkarına görüyor.
Fakat Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla Ortadoğu’da açılan yeni perde, PKK’nın bu lüksünü sürdürme ihtimalini ortadan kaldırıyor. İsrail ile İran arasında başlayan çatışma ve bu çatışmanın her an daha da alevlenme ihtimali PKK’yı bir tercihte bulunmaya zorluyor.
Bahçeli’nin DEM açılımının yeni Ortadoğu denkleminde nereye oturduğunu önceki iki yazımda ele almıştım. Öcalan açıklaması ise bunu daha ileri bir merhaleye taşıdı. Açıklamanın ânîliği Bahçeli’nin bir ön alma telaşı içerisinde olabileceğini düşündürüyor. MHP lideri sanki PKK’nın Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinin iyice gerilmesine yol açabilecek bir eylem yapma hazırlığında olduğundan şüpheleniyordu ve bunu etkisiz kılmayı amaçlıyordu.
Bahçeli’nin “yeni Kürt açılımıyla” Suriye’de İran’ın etkinliğinin tasfiye edileceği bir süreçte Batı kampının koçbaşı rolünün kendisine verildiği şüphesi doğan PKK bundan çok rahatsız olmuşa benziyor, öyle ki TUSAŞ saldırısıyla hemen İran ve Rusya’yı teskin edecek bir hamle yapmayı gerekli buldu. Tabiatıyla bu hamlesinin Batıyla ilişkilerini bozma riski olduğunun da farkında… Muhtemelen bunu engellemek için TUSAŞ saldırısından tam bir gün önce PKK’nın İran’daki kolu olan PJAK’ın 13 yıldır süren ateşkesi sona erdiren bir eylem gerçekleştirdiği duyuruldu. “Dewznaw köyü kırsalında” İran Devrim Muhafızları askerleriyle yaşanan çatışmada bir İran askeri de ölmüştü.
TUSAŞ eyleminin çapı ve yol açabileceği sonuçlarla kıyaslandığında İran’daki hadise “küçük bir dipnot” mesabesindedir. Bu nedenle Batının bu “numaraya” kanacağını sanmak yanıltıcıdır. TUSAŞ eyleminin çapı ve zamanlaması, Rusya ve İran’ı rahatlatırken ABD’yi Türkiye’yle ilişkilerinde oldukça zora sokacak yapıdadır.
Kandil’in ne denli sıkışmışlık içerisinde bulunduğunu saldırıya ilişkin dün yaptığı yazılı açıklamadaki şu garip cümleler iyice ortalığa döküyor: “Eğer bu eylem (TUSAŞ) bizim güçlerimiz tarafından yapılmışsa HPG gerekli açıklamayı yapacaktır. Ancak yansıtılmaya çalışıldığı gibi bu eylemin geliştirilen süreçle kesinlikle bir ilgisi yoktur.” PKK’nın “tahmini” doğru çıktı ve bugün HPG terör saldırısını üstlendi. Saldırıdan bir gün sonra açıklama yapmışlar, bu kadar uzun süre geçtiği halde HPG’yle temas edip soramamışlar. HPG’nin bu denli taşları yerinden oynatacak bir eylemi Kandil’den herhangi bir talimat almadan yapabilmesi mümkün mü? PKK hiyerarşik yapısı çok keskin bir örgütlenme olarak biliniyor, öyle ki YPG Kandil’e sormadan hiçbir adım atamadığından Suriye’de sorunlar yaşıyor. Kandil’den habersiz böyle bir eylem gerçekleştirilme ihtimali yok denecek kadar azdır.
Böyle bir eylemin hazırlıklarının uzun süreden beri yapılmış olacağı için Bahçeli’nin açıklamasına denk gelmesini “tesadüf” olarak görmek de mümkün değildir. Çünkü, değindiğim gibi, Bahçeli muhtemelen böyle bir eylemin yapılacağına dair bir istihbarat almış olduğu için o açıklamayı yaptı. Bu tür terör eylemlerinin hazırlıklarının haftalarca öncesinden başladığı doğrudur ama eylemin kesin zamanını eylemciler değil örgütün liderliği belirler ve gerekli görürse onu erteleyebilir veya iptal da edebilir.
PKK’nın TUSAŞ saldırısının Batıyla ilişkilerini germesi, Suriye’de YPG’yi zor duruma düşürmesi kaçınılmazdır. Nitekim Türkiye, TUSAŞ saldırısı sonrası misilleme olarak Suriye’de bazı YPG hedeflerini bombaladı. ABD’nin Türkiye’nin YPG’ye yönelik bu tür saldırılarına olumlu bakmadığı, bunları dizginlemeye çalıştığını biliyoruz. Oysa bu konu kendisine sorulan Pentagon sözcüsü, dikkat çekici şekilde, Türkiye’nin Suriye’deki bombalamalarını haklı bulan, hatta cesaretlendiren bir tepki vererek Ankara’nın “saldırıyı gerçekleştiren kişileri sorumlu tutmaya hakkı bulunduğunu” söyledi. Bu şu demek: ABD saldırıyı PKK’nın düzenlediğinden ve YPG’nin de PKK’nın bir kolu olduğundan şüphe duymuyor, bu nedenle de Türkiye’nin Ankara’da gerçekleşen terör eyleminin hesabını YPG’den sormasını gayet meşru buluyor, adeta “Bu Türkiye’nin en doğal hakkı” diyor.
Halbuki bugüne kadar ABD böyle bir eşitlemeyi doğru bulmuyordu. Pentagon sözcüsü Türkiye’ye bu kadar açık bir destek vermek yerine daha yuvarlak bir açıklama da yapabilirdi. Burada PKK’ya verilen ilk ciddi ihtarı görüyoruz ki devamının geleceğini beklemek gerekir.
Bundan sonra ABD’nin Türkiye’nin Suriye’de YPG’ye yönelik harekatlarına çok daha müsamahakâr davranması şaşırtıcı olmayacaktır. Bunu PKK’yı sıkıştırmak için aktif bir manivela olarak kullanmaktan kaçınmayacaktır. Eğer Trump seçimi kazanırsa, ki anketlere göre bu ihtimal her geçen gün yükseliyor, bu süreç daha sert ve çabuk yaşanabilir. Trump ABD askerlerini bir an evvel Ortadoğu’dan çekme vaadinde bulunuyor, hatırlanacağı üzere bu nedenle başta Erdoğan’a YPG’ye yönelik kara harekatı düzenlemesi için yeşil ışık bile yakmıştı, gerçi o zaman bu sözünden geri adım atmaya karar verince Erdoğan’la ilişkilerinde “Aptal olma!” kazası yaşanmıştı. Şimdi öyle bir kaza yaşanmadan tarafların anlaşabileceği bir ortam doğuyor. Eyleme ilişkin basına yaptığı şu değerlendirme Erdoğan’ın bunun gayet farkında olduğunu gösteriyor: “Terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD/YPG özellikle terk edilmeye, yalnız bırakılmaya mahkumdur. Amerika bu terör örgütünü bir süre kucağında taşır, ama o süre dolunca da bunları kendi başına bırakmak zorunda. Suriye’deki istikrarsızlıktan faydalanan terör örgütünün, bazı Batılı ülkelerin himayelerine girmek için gösterdikleri gayret boşunadır. Bu ilanihaye devam etmez.”
“DEM’lilerle el sıkışması” sonrası Suriye’de köşeye sıkışan PKK’nın “daha olgunlaşıp başına büyük sorunlar çıkarmadan” yeni açılım sürecini sabote edecek bir eylem hazırlığında olduğu bilgisini Bahçeli’nin kulağına kim fısıldamış olabilir? Bu bilgi sadece MHP’nin “Devlet’ine mi” geldi, yoksa Erdoğan’ın devleti de haberdar mıydı? Bunu bilemiyoruz ama Erdoğan’ın Bahçeli’nin demeciyle arasına “konudan televizyonda Bahçeli’yi dinlerken haberdar olduğunu” söyletecek kadar mesafe koyması manidardır.
MHP bu kritik “şah” hamlesiyle “yeni Ortadoğu’da Batı’yla uyumlu hareket etmek için her türlü çabayı göstereceğini” ortaya koyarken Erdoğan tereddütlü bir hal içerisinde gibi gözükmektedir. “Eski müesses nizamı” oluşturan kesimler esasen fazla bir fedakarlıkta bulunmadan, Batı nezdinde kredibilitelerini artırarak kendilerini “ortalık karışmadan hemen önce” avantajlı bir konuma yükselten bir hamle yaptılar.
Diyebilirsiniz ki “Olur mu, Bahçeli’ye yönelik gerek MHP’de gerekse milliyetçi tabanda büyük tepki var.” Evet, bu doğru ama o milliyetçilerin “yanlış kapılara” düşmesini önlemek üzere MHP’nin can ciğer kuzu sarması kardeş partileri İYİP ve Zafer kollarını bir makas gibi sonuna kadar açmış şekilde onları bekliyorlar. 28 Mayıs’ta Zafer Partisinin Kılıçdaroğlu’nu, cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan’ın ise Erdoğan’ı desteklediği başarısı test edilmiş formül yeniden uygulamaya sokulmuş gözüküyor.
Öte yandan 76 yaşındaki Bahçeli’nin yürürken zorlanacak denli sağlık durumu iyi değil, yani “bir ayağı zaten çukurda.” O nedenle Öcalan hamlesinin dış politikadaki “meyvelerini” yedikten sonra, iç siyasette doğurabileceği sonuçlardan fazla etkilenmeyecek şekilde, bir lider değişimiyle yeni bir düzenlemeyi de rahatlıkla yapabilirler.
Peki tüm bu denklemde Erdoğan’ın stratejik pozisyonu nedir? AKP lideri özellikle 15 Temmuz’dan sonra Rusya ve İran’la çok özel ilişkiler tesis etti, otokratik rejimini tahkim ederken bu ülkelerden ciddi destekler aldı, bundan dolayı da onlara minnettarlık beslediğini saklamadı. Hatta ABD’yle ilişkileri bozmayı göze alıp bu minnettarlığının bir ifadesi (veya zorunlu bir borç ödemesi) olarak Rusya’dan S-400 füzelerini aldı. Fakat ekonomik kriz nedeniyle popülerliğini hızla kaybettiğinden para bulabilmek için Batı’yla ilişkileri düzeltme zorunluluğunu da hissediyor. Rusya ve İran’ın ekonomik ve finansal açıdan Batı finansının bahşedeceği imkanları ikame edebilme güçleri bulunmadığı iyice ortaya çıktı.
14 Mayıs seçimlerinden hemen sonra ekonominin başına Batı finansını memnun edecek isimleri getiren Erdoğan daha önce katılmadığı Batı’nın Rusya’ya yönelik yaptırımlarını da tam olarak uygulamaya başladı. İngiliz The Financial Times gazetesi “siyasi hassasiyetler” nedeniyle Erdoğan hükümetinin bu uygulamayı kamuoyuna duyurmadan “gizlice” yürürlüğe soktuğunu bildiriyor. Türkiye’nin Rusya’ya hassas elektronik ürün ihracatı Ukrayna savaşı sonrası Batı yaptırımları başladığında 10 kattan fazla artmıştı, şimdi Türkiye’nin yaptırımları uygulaması sonucu eski seviyelerine kadar düşmüş.
Erdoğan direksiyonu iyice Batı’ya doğru kırarken Putin’in (ve İran’ın) göstereceği tepkilerden çekindiği için mi Bahçeli’nin öne çıkmasına mecburen göz yumuyor? TUSAŞ saldırısı sonrası (Şamil Tayyar aracılığıyla kamuoyuna duyurulan) “Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı çağrıyı Erdoğan’ın televizyondan öğrendiği” açıklaması iç kamuoyundan ziyade Rusya ve İran’a verilen bir mesaj mı?
PKK/YPG’nin İran/Rusya kampına oynayarak Batı için alternatif olmaktan çıktığı bir durumda, İsrail’in İran’ın Suriye’deki etkinliğini geriletmesinden açılacak boşluğun Batıyla ilişkilerindeki pürüzleri gidermeye çok hevesli bir Türkiye’nin doldurması “ehvenişer” görülebilir. Türkiye’ye Suriye’deki aşırılıkçı dînî örgütlenmeleri dizginleme, bir tür onlar üzerinde jandarmalık yapma görevi verilebilir.
Böyle bir rol Türkiye’ye Batı finansının kapılarının biraz daha aralanmasını açabilecek potansiyel taşıyor. Fakat iktidarın bunu ne ölçüde değerlendirebileceği Erdoğan ile Bahçeli arasında alttan alta süren gerilimin ne şekilde neticeleneceğiyle yakından ilişkilidir. Dış politikadaki yüksek tansiyon bu gerilimin kontrolden çıkmasına da yol açabilir.
İktidar içerisinde güçlü konumlarda bulunan “İran ve Rusya yanlısı” kesimler süreci sabote edecek hamlelerde bulunmaktan kaçınmayacaklardır. Nitekim TUSAŞ terör saldırısı Erdoğan’a atılmış bir “pas” hüviyeti de taşıyor, iç siyasette ekonomik kriz yüzünden popülerliğini yitirdiğinden İsrail tehdidini köpürtmeye çalışan AKP lideri için böyle bir terör saldırısı onu haklı çıkaran, sanki PKK’nın İsrail’in taşeronluğunu yapıyormuş havasını veren, bu söylemlerle rahatlıkla propagandası yapılabilecek bir hüviyet taşıyor. Terör saldırısı için seçilen mekânın bu havayı vermek için özellikle seçildiği şüphesi de doğuyor. Fakat ilginç şekilde Erdoğan’ın bu “topa girmekten” kaçındığına da şahit oluyoruz. Terör saldırısına ilişkin milliyetçi muhafazakâr tabanı “galeyana getirici” demeçler vermiyor, saldırının arkasında İsrail’in olabileceğine dair iddialar kendisine sorulduğunda İsrail’in adını hiç anmayan bir cevapla geçiştirmeyi tercih etti. Terör saldırısı sonrası halka hitaben yaptığı ilk hitap İstanbul Fuar Merkezi’nde SAHA EXPO 2024 Savunma, Havacılık ve Uzay Sanayii Fuarı Programı’nda bugün gerçekleşti, ortam içi boş hamaset için gayet müsait olmasına rağmen yine İsrail’in adını hiç anmadı.
Aksine TUSAŞ saldırısının hemen ertesi günü dikkat çekici şu haber servis edilerek adeta kamuoyuna eylemin arkasında İsrail ve Batı dışında güçlerin de olabileceği intibaı verildi: “Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve emniyetin ortak operasyonuyla, terör örgütü PKK/KCK’nın Rusya yapılanmasında faaliyet gösteren terörist Barı Iusubov yakalandı. Iusubov’un, örgütün üst düzey mensuplarıyla yakın teması bulunduğu ve eylemlerde yer aldığı belirlendi.”
Erdoğan saldırıyı ona atılmış bir pastan ziyade, direksiyonu Batı’ya kırmaktan kendisini vazgeçirmeye yönelik bir gözdağı olarak da algılamış olabilir.