Akademisyen ve gazeteci Vedat Demir, Fethullah Gülen’in vefatı üzerine yayınlandığı ‘taziye mesajı’ nedeniyle tutuklanan Yeni Asya Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz’ü yazdı.
Demir’in Velev’de yayımlanan ”Kazım ağabeyi niçin tutukladılar?” yazısı şöyle
Her gün Türkiye’de “artık bu kadarı da olmaz” dediğimiz her şeyin birer birer gerçekleştiğine tanık oluyoruz. Ülkeyi yönetenler artık baskı ve hukuksuzlukta sınır tanımıyor. Gülen Hareketi lideri Fethullah Gülen’in vefatının ardından, yüzlerce muhalif sosyal medya hesabı susturuldu. Yeni Asya gazetesi genel yayın yönetmeni Kazım Güleçyüz tutuklandı. Suçu “taziye mesajı” yayınlamak! İnsani, vicdani ve dini bir görev olan “taziye” suç sayıldı. Tam bir “cinnet” hali!
Güleçyüz’ün taziye mesajı iddiasıyla tutuklanması, ülkenin demokrasi ve hukuk açısından geldiği noktayı gözler önüne seriyor. İktidarı ellerinde tutanlar, güç sarhoşluğuyla her şeyi yapabileceklerini sanıyorlar. Ama sonunda hukuk ve demokrasi kazanacak ve bu olay da Türkiye için diğer binlerce utanç vesikasının yanına eklenerek tarihe geçecek.
Tutuklanan gazeteci Kazım Güleçyüz benim hayatımda çok farklı yeri olan bir insan. O benim 45 yıllık “Kazım ağabey”im. Çocukluğumdan itibaren karakterimi şekillendiren, gazetecilik mesleğini seçmeme vesile olan biri.
Kazım ağabeyle tanıştığımda, ben 13-14 yaşlarında bir ortaokul talebesiydim, o ise gencecik bir üniversite öğrencisi. Yaz tatilinde Yeni Asya gazetesinin yazı işleri servisinde ofis boy olarak çalışırken, o bir üst katta Yeni Asya Araştırma Merkezi’nde, İlim ve Teknik Serisi başlığı altında din ve bilimin nasıl uzlaştırılabileceğini gösteren kitapların editörlüğünü yapıyordu. Bizim jenerasyondan olup da “Yıldızların Esrarı”, “Atomdan Hücreye” ve “Hücreden İnsana” gibi, bugün bile kalitesi fark edilebilecek kitapları okumamış çok az kişi vardır. Kazım ağabey o kadar idealistti ki, sırf İstanbul’da gazetecilik yapabilmek için Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni bırakmış, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırmıştı.
Cağaloğlu sokaklarında elimde haber metinleri, fotoğraflar, klişeler ve sayfa matrisleriyle koştururken, bulduğum her fırsatta, Yeni Asya Araştırma Merkezi’ne Kazım ağabeyin yanına uğrardım. Yabancı dilde binlerce kitabın bulunduğu kütüphaneyi hayranlıkla izler, kitapları okumaya çalışır ve bu sırada Kazım ağabeyle sohbet ederdim. O, işlerinin yoğunluğuna rağmen, benim çocuk aklımla sorduğum en saçma sorulara bile bıkmadan, sabırla ve yüzünden eksik etmediği tebessümüyle cevap vermeye çalışırdı. Bu sohbet, iş çıkışı birlikte yürüdüğümüz Babıali yokuşundan Karaköy İskelesi’ne kadar sürerdi.
Ağabey-kardeş ilişkimiz ve dostluğumuz hep devam etti. Almanya’da çalışan babam, annemi ve kardeşlerimi yanına almıştı. Ben ise ortaokulu bitirmek için Türkiye’de kaldım. Okul bitince ben de Almanya’ya gittim, ancak orada eğitim imkanım olmadığını görünce liseye devam etmek için geri döndüm. Kazım ağabeyi tanımamış olsaydım, muhtemelen Almanya’da kalır ve hayatıma işçi olarak devam ederdim.
Yeni Asya benim için hep bir okul oldu. Lisedeyken artık Yenibosna’daki büyük binasına taşınmış olan gazeteye gitmeye başladım. Boş zamanlarımda Kazım ağabeyin başında bulunduğu Yeni Asya Araştırma Merkezi ve sonrasında Köprü dergisinde çalışmaya başladım. O dönemde Metin Karabaşoğlu, Murat Çiftkaya, Senai Demirci, Cemil Tokpınar ve Hasan Güneş gibi isimler, hep Kazım ağabeyin keşfettiği ve yayıncılığa kazandırdığı insanlardı. Bugün farklı yerlere savrulmuş olsalar da, o ağabeylere çay taşımak, yayınlanacak kitap ve dergilerin editörlük ve tashih işleriyle uğraşmak, ama en önemlisi Kazım ağabeyin ekibinde olmak benim için en büyük mutluluk vesilesiydi. Bu atmosferde hiç tereddüt etmeden Basın Yayın Yüksekokulu’nu tercih ettim. Okul dışında gazetede olduğum zamanlarda da Kazım ağabeyle sürekli sorular sorar, o da sabırla dinler ve cevaplar verirdi. Onun temel ölçüsü Risale-i Nur’du. Üstadın kitaplarını neredeyse ezberlemişti. Konu gerektirdiğinde, hafızasından en ağır bahisleri bile ezbere okur, oradan bana dersler çıkarırdı.
Politik duruşumu, Kazım ağabeyin o dönemlerde anlattığı Risale-i Nur’un “adalet, hürriyet ve hak” temalı sohbetlerine borçlu olduğumu söyleyebilirim. Yoksa otoriter tek adam rejiminde çok yakın arkadaşlarımın yaptığı gibi, çok kolaylıkla AKP çizgisine kayıp rejimin kötülüklerine ortak olabilirdim. Basın özgürlüğü, demokrasi ve hukuku savunduğum için KHK ile üniversitemden ihraç edildiğimde, gözaltına alındığımda ve tutuklandığımda Kazım ağabey ve eşi Yasemin abla, her zaman benim ve ailemin yanında oldular. Tahliye olduktan birkaç gün sonra, beni Yeni Asya gazetesinin 48. kuruluş yıldönümüne davet ederek kürsüden hitap etmemi sağladı. Sanırım, beni konuşturarak rejimin masum insanlara yaptığı zulmü bizzat oradakilere göstermeyi amaçlamıştı.
Kazım ağabey, Köprü dergisinin editörlüğünü yaptığı dönemde, muhafazakâr camiada demokrasiyi “öcü” gibi görenlere rağmen, “İslam ve demokrasi” başlığıyla demokrasiyi dindarlara anlatmaya çalıştı. 28 Şubat sürecinde demokrasi, insan haklarını ve hukuku savundu. Ülke tek adam rejimine geçerken AKP iktidarını hep ikaz etti.
15 Temmuz sonrası oluşan karanlık dönemde büyük bedeller ödeme pahasına demokrat çizgisinden taviz vermeyen nadir insanlardan biri oldu. Bu duruşu nedeniyle, Yeni Asya iktidarın büyük ekonomik ve siyasi baskılarına maruz kaldı. Ama Kazım ağabey bunlara rağmen sadece bir dini harekete dahil olduğu için zulme uğrayan milyonlarca insana yönelik “sosyal soykırım” ve “cadı avı”na karşı hep insan hakları ve hukuku savundu.
En son yaptığı YouTube programının başlığı Artık linçler bitsin ve hukuka dönülsün’dü.
Bu hukuksuz rejimin devamından yana olanlar, 10 yıldır kin, nefret, düşmanlık ve şeytanlaştırmayla ülkeye ve topluma yaydıkları zehirli atmosferin dağılmasından korkuyorlar! Tek bir kişinin dahi hakikati söylemesinin, inşa ettikleri nefret iklimini yıkmasından endişe ediyorlar! İyi insanlara düşmanlar, çünkü çok kötüler. En küçük ışığı bile söndürmeye çalışıyorlar, çünkü karanlıklar içinde kaybolmuşlar. Vicdanlı bir sese tahammül edemiyorlar, çünkü zulümlerinin ve cürümlerinin büyüklüğünün farkındalar. Kurdukları suç ve zulüm imparatorluğunun bir gün yıkılacağı ihtimalinden dehşete düşüyorlar. İşte bu yüzden Kazım ağabeyi tutukladılar! Gazetecileri, akademisyenleri, aydınları, kendileri gibi düşünmeyenleri hapishanelere tıkıp, susturmak istiyorlar.
Kazım ağabeye, değerli eşi Yasemin ablaya ve bu dönemin muhafazakâr ve dindarlarının, ağır zulüm ve hukuksuzluklara karşı vicdan sınavından sınıfta kaldığı bir dönemde, onların yerlerde süründürdüğü onur ve haysiyeti başlarının üzerinde taşıyan Yeni Asya camiasına da geçmiş olsun. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri savunan vicdanlı insanlara geçmiş olsun.
Kazım ağabeyi, o iyi, güzel ve vicdanlı insanı demir parmaklıkların ardına gönderenler, bir gün utanırlar mı bilmiyorum. Ama şundan eminim ki Kazım ağabey, bu karanlık dönemin az sayıdaki aydınlık insanlarından biri olarak şimdiden tarihteki yerini aldı.