Türkiye’de anayasayı ihlal teşebbüsünden çok sayıda müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmış insan var. Fakat ülkeyi yönetenler “anayasa askıda” diyorlar, anayasa mahkemesinin kararlarına uymuyorlar. Yerel mahkemeler bile anayasaya aykırı karar veriyor, AİHM kararlarına yok hükmünde muamelede bulunuyorlar.
İnsanlar, anayasaya ve yasalara aykırı biçimde ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz”, “Kanunlar geriye yürümez”, “idare kanun koyamaz”, “Hukuk güvenliği esastır” hükümlerine rağmen “Terörist” diye yargılanıp ağır cezalara çarptırılıyorlar.
Türkiye’de hukuk güvenliği yok, ama Türkiye bir hukuk devleti öyle mi?
Türkiye’de ‘anayasa askıda’ ama Türkiye bir Anayasal devlet öyle mi?
Türkiye’de çok partili siyasi sistem var, muhalefet var öyle mi?
Bir ülke düşünün ki, kendi vatandaşlarını cezalandırmak için kendi yasalarını ve anayasasını alenen çiğniyor, vatandaşlarına karşı asimetrik bir savaş yürütüyor, düşman hukuku uyguluyor. işte burası öyle bir yer şu sıralar.
Anayasanın olmadığı yerde anayasayı ihlal mümkün olur mu?
AB bizi almıyor değil, bizimkiler AB’ye girmek istemiyor. Bu aslında çok net.
“AB Ankara kriterlerine uyarsa biz AB’ye gireriz. Neden olmasın, buyur gel, Brüksel’i Ankara’ya taşıyalım. Siz AB’ye girin AB’de sizinle birlikte Şanghay beşlisine girsin. Biz size değil, siz bize benzerseniz bu iş olur, yoksa biz yokuz…”
Türkçe de bu gibi bir yaklaşım için eskiden ’Nerdeymiş o yoğurdun bolluğu” denirdi, şimdilerde ‘yok öyle bir dünya’ deniliyor.
Türkiye yörüngesinden çıkmış savruluyor. Süleyman Demirel’in deyimiyle ‘Du bakalim ne olacak?
Neyse… Türkiye’yi kendi haline bırakıyorum. Karışmıyorum, müdahil olmuyorum, ilgilenmiyorum. Madem millet böyle bir devlet böyle bir ülke istiyor, kendi bilir, ne hali varsa görsün. Madem Avrupa Birliği yernine Şanghay Beşlisi’ni tercih ediyor, kendi tercihidir. Türkiye üzerindeki NATO koruması kalktığında neler olabileceğini düşünmüyorlar bile.