Mustafa Yeneroğlu, 15 Temmuz’un dokuz yıl ardından Nagihan, Ecem ve Sena’nın dramını yazdı; geç gelen vicdan muhasebesi takdir kadar eleştiri de topladı.

Mustafa Yeneroğlu’nun Karar Gazetesi’nde yayımlanan yazısı, 15 Temmuz2016’nın karanlık gecesinde hayatları altüst olan üç genç kadın askeri öğrencinin, Nagihan Yavuz, Nimet Ecem Gönüllü ve Şüheda Sena Öğütalan’ın trajik hikayesini ele alıyor.
Yeneroğlu, bu genç kadınların masumiyetini ve adaletsizce çalınan yıllarını cesaretle kaleme almış; ancak yazısı, hem bir takdiri hem de ciddi bir eleştiriyi hak ediyor. Dokuz yıl sonra bu genç kadınların sesini duyurması, geç de olsa önemli bir adım.
Ancak bu zulmün yalnızca bu üç genç kadınla sınırlı olmadığını, kursiyer teğmenler, harp okulu öğrencileri ve binlerce masumun 15 Temmuz kumpasının mağduru olduğunu unutmamak gerek. Yeneroğlu’nun bu yazısı, adalet arayışında bir kıvılcım olsa da yıllardır süren sessizliğin gölgesinde eksik kalıyor.
DOKUZ YIL SONRA GELEN VİCDAN MUHASEBESİ
Yeneroğlu, 15 Temmuz gecesi Yalova Hava Meydan Komutanlığı’nda tatbikat sanarak otobüslere bindirilen, emir-komuta zinciri altında korku ve tehdit içinde Orhanlı Gişeleri’ne götürülen üç genç kadının hikayesini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Nagihan, Ecem ve Sena’nın, o gece yaşadıkları korku, çaresizlik ve hayatta kalma mücadelesi, yazıda tüm çıplaklığıyla aktarılmış. El svaplarında barut izine rastlanmaması, balistik raporlarında silahlarından atış tespit edilmemesi gibi bilimsel bulgular, bu genç kadınların suçsuzluğunu açıkça ortaya koyuyor.
Buna rağmen, İstanbul 28. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ve Yargıtay’ın bu kararı onaması, adaletin nasıl körleştiğini gözler önüne seriyor.
Yeneroğlu’nun bu genç kadınların hikayesini kaleme alması, vicdanlı bir duruşun göstergesi. Özellikle Nagihan’ın “Neden 9 yıl beklediniz?” sorusuna verdiği dürüst yanıt –ya da suskunluğu– yazının en vurucu noktalarından biri.
Yeneroğlu, bu sorunun yalnızca kendisine değil, tüm topluma yöneltildiğini kabul ederek, sessizliğin utancını paylaşıyor.
Bu, geç de olsa bir özeleştiri ve adalet arayışına katkı sunma çabası olarak takdir edilmeli. Ancak bu çaba, yıllardır süren adaletsizliğin ağırlığını hafifletmeye yetmiyor.
DOKUZ YIL NEDEN SUSTUNUZ ?
Yeneroğlu’nun yazısı, bu büyük tablonun yalnızca küçük bir parçasını yansıtıyor. Nagihan, Ecem ve Sena’nın hikayesi, kuşkusuz yürek burkucu; ancak kursiyer teğmenler, harp okulu öğrencileri ve diğer mağdurların yaşadıkları işkenceler, tecavüz iddiaları ve sistematik zulüm de aynı şekilde kamuoyunun dikkatine sunulmalı.
Yeneroğlu’nun bu yazıyı yazması, cesur bir adım olsa da 15 Temmuz’un gerçek doğasını açıkça dile getirmekten kaçınması, yazının etkisini gölgeliyor.
Yeneroğlu’nun, 15 Temmuz’un ardındaki gerçekleri açıklamakta gösterdiği tereddüt, onun dokuz yıl boyunca bu genç kadınların hikayesine neden sessiz kaldığını da açıklıyor: Toplumdaki “darbeci” yaftası korkusu ve siyasi iklimin baskısı.
Bu sessizlik, yalnızca Yeneroğlu’ya özgü değil; gazetecilerden siyasetçilere, akademisyenlerden sivil toplum temsilcilerine kadar geniş bir kesimin ortak suçu.
Ancak bir milletvekilinin, adaletin sesi olma sorumluluğu taşıyan bir ismin, bu kadar geç harekete geçmesi, eleştiriyi hak ediyor.